“Risk Yönetimi” şirketlerin önceliği olmak durumunda

Günümüzde bir şirketin veya kurumun faaliyetini güvenli bir şekilde sürdürebilmesi, hedeflediği amaçları gerçekleştirebilmesi bakımından karşı karşıya kaldığı tüm riskleri bilmesi, ölçmesi, değerlendirmesi, bunları doğru bir şekilde yönetebilmesi son derece önemli hale geldi.

1990’lı yıllardan sonra dünyada yaşanan globalleşme ile teknolojik gelişmelere bağlı baş döndürücü gelişmeler, şirketlerin ve kurumların karşı karşıya kaldıkları riskleri çeşit ve boyut olarak önemli miktarda artırdı. Bu risklerin günden güne daha da arttığını söylemek yanlış olmayacak. Ulusal ve uluslararası piyasalar yeni ürünler nedeniyle giderek daha karmaşık bir hal alıyor. Artan rekabet ortamı, şirketleri verimliliklerini artırmaya, daha kârlı işlemleri daha az maliyetle yapmaya ve riskli yatırımlara zorluyor.

Günümüzde şirketlerin faaliyette bulundukları her alanda çok çeşitli riskler ile karşı karşıya bulundukları görülüyor. Piyasa, kredi, operasyon, likidite, faaliyet, uyum, itibar, yasal, ülke riski gibi riskleri bu kapsamda belirtmek mümkündür. Bu risklerin birbiriyle etkileşim içinde olduğunu ayrıca ifade etmek gerekiyor.

Risk; şirketlerin ve kurumların hedeflerini gerçekleştirmesini engelleyecek, kayıplara neden olabilecek her türlü olayın gerçekleşme olasılığı olarak ifade edilebilir. Günümüzde bir şirketin veya kurumun faaliyetini güvenli bir şekilde sürdürebilmesi, hedeflediği amaçları gerçekleştirebilmesi bakımından karşı karşıya kaldığı tüm riskleri bilmesi, ölçmesi, değerlendirmesi, bunları doğru bir şekilde yönetebilmesi son derece önemli hale geldi. Uluslararası düzeyde yaşanan krizlere ve bir çok büyük şirketin batmasına neden olan olaylara bakıldığında, bütün bu olumsuzlukların temelinde risklerin etkin bir şekilde yönetilememesinin neden olduğu görülüyor. Bu kapsamda, krizin tüm dünyayı ve şirketleri kapsadığı bir ortamda, ayakta kalabilmek, kâr edebilmek, pazar payını kaybetmemek veya artırmak için en büyüğünden en küçüğüne kadar tüm şirketler için “risk yönetimi”nin bir zorunluluk haline geldiğini ifade etmek gerekiyor.

Risk yönetimini; şirketlerin faaliyetleri sırasında ortaya çıkabilecek risklerin önceden belirlenmesi, tanımlanması, değerlendirilmesi, ölçülmesi ve bu riskleri azaltacak veya ortadan kaldıracak önlemler bütünü olarak tanımlamak mümkün. Risk yönetimi; şirketin karşılaşabileceği kayıpların önlenmesi, çeşitli senaryolara göre oluşabilecek zararların ölçülmesi, belirsizliklerin önlenmesi, manevra gerektiren durumlarda hızlı karar alma imkanı sağlaması, gelir dalgalanmalarının azaltılması, yapılacak işlerdeki risklerin daha iyi değerlendirilerek sağlıklı karar alınması, karşılaşılabilecek süprizlere hazırlıklı olunması, kaynakların daha etkili ve verimli kullanılması gibi çok çeşitli faydaları nedeniyle şirketler ve tüm kurumlar için çok önemli bir yönetim aracıdır. Risk yönetimi, şirketleri çeşitli olumsuzluklara karşı korumanın yanı sıra fırsatlardan yararlanma imkanını da sağlar. Risk yönetiminin amacı; riskten kaçınmak değil, riski yöneterek, fırsatlardan yararlanarak şirket için maksimum faydanın elde edilmesidir. Etkin bir risk yönetiminin dört aşaması söz konusudur. Bunlar; risklerin belirlenmesi, risklerin ölçülmesi ve değerlendirilmesi, risklerin yönetilmesi ile risklerin kontrol edilmesi, denetimi ve raporlanması olarak belirtilebilir.

Risk yönetimi, 1990’lı yılların başından itibaren özellikle ABD ve Avrupa’da uygulama alanı bulmaya başladı. Bu yıllarda karmaşık türev ürünlerin piyasaya çıkması, krizler ve büyük şirket iflasları bu gelişmeyi tetikledi. Stres testleri, senaryo analizleri, Riske Maruz Değer modelleri gibi ölçüm metotları kullanılmaya başlanıldı. ülkemizin risk yönetimi kavramı ile tanışması, 2001 yılında Bankacılık sektöründe Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) yaptığı bir düzenleme ile oldu. BDDK bu düzenlemesiyle bankaların bünyesinde oluşturulması gerekli olan risk yönetiminin esaslarını belirledi. Bu kapsamda risk yönetimi birimleri oluşturuldu, risklerin belirlenmesi, ölçülmesi, değerlendirilmesine ve yönetilmesine yönelik esaslar belirlendi. Sonradan yapılan düzenlemelerle günümüzde başta bankacılık olmak üzere, sigorta, sermaye piyasaları, faktoring gibi sektörlerdeki şirketlerde risk yönetimi uygulamaları söz konusu. Her geçen yıl olgunlaşan bu çalışmalar nedeniyle, belirtilen sektörlerdeki şirketlerin karşı karşıya bulunduğu risklerin çok daha yönetilebilir bir düzeye geldiğini belirtmek gerekli.

Reel sektör açısından ise basında sıkça yer bulan “Basel Kriterleri” ile risk yönetimi kavramı son yıllarda sıkça duyulmaya başlandı. Basel 2 kriterleri Temmuz 2012’den itibaren yürürlüğe giriyor. Buna göre 25 milyon TL ciro veya 250 çalışanın üzerinde çalışanı olan firmalar kurumsal, bunun altındakiler ise KOBİ statüsünde olacak. KOBİ’lerden öngörülen koşullara uyum sağlayanlar çok daha uygun koşullarla kredi ve kaynak sağlama imkanına sahip olacaklar. Ayrıca Basel 2 ile birlikte reyting uygulaması da başlayacak. Buna göre daha yüksek reyting notuna sahip firmalar bankalardan daha uygun koşullarda kredi temin edebilecekler. Buna karşın düşük reyting notu olanların ya kredi maliyetleri yüksek olacak, ya da örneğin mevduat gibi daha likit teminatlarla kredi temin edebilecekler.

Risk yönetimi, şirketlerin karşı karşıya bulunduğu çok çeşitli risklerin büyük zararlara dönüşmemesi, faaliyetlerini güvenli bir şekilde sürdürebilmesi ve hedeflerini gerçekleştirebilmesi için zorunlu ve çok önemli bir yönetim aracıdır. Bu nedenle, şirketlerin yönetim uygulamalarında yapılarına uygun bir şekilde risk yönetimine mutlaka yer vermeleri, bu konuda sistematik ve şirketin bütününü kapsayan uygulamalar geliştirmeleri, Basel Kriterleri çerçevesinde bankalardan kredi alırken uygulanması gereken bir formalite olarak bakmamaları büyük önem taşıyor.

Gürdoğan YURTSEVER

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.